Eğitim genellikle üç temel unsur ve bunların arasındaki ilişki ile tasavvur edilir:
- Hoca
- Öğrenci
- Bilgi
Bilgi hoca ile öğrenci arasındaki ilişkiyi kurar. Hocanin gerçekten bir kişi olmasına gerek yoktur. Bir kitap ya da videoda tekrar tekrar dinlenen bir kişi/ses de hoca olabilir. Önemli olan bilginin bir kaynaktan öğrenciye/öğrencilere aktarımıdır. Bir sınıfta ise hocanın kendisi, kitaplar, arkadaşlarımız, internet ve diğer bilgi kaynakları “hoca” kategorisine indirgenebilir. Hoca(lar) vasıtasıyla öğrenciye farklı kanallardan bilgi aktarımı gerçekleşir. Çok geleneksel bir yaklaşımda hocanın bir bilgi kaynağı olarak indirgenemeyeceği de iddia edilebilir. O zaman belki de Hoca, Öğrenci, Bilgi ve Araçlar olarak eğitim sistemimize yeni unsurlar ekleyebilir hatta yeni kategoriler ekleyebilir ya da Araçlar kategorisinin alt kategorilerini oluşturabiliriz. Modern ya da çok geleneksel anlayışta, (hemen hemen) her durumda değişmeyen şey Bilgi aktarımı
tasavvurudur. Halbuki, bu tasavvur bilginin aktarılabilir bir şey olduğu varsayımına dayanır. Bilgi aktarılan bir şey ise, bu durumda bilgi aktarımının kendisi eğitimin odak noktası haline gelir. Çünkü bilgi iyi aktarılamazsa öğrenci iyi öğrenemez. İşte bu yüzden, eğitimin başarısı daha çok hocaya bağlıdır.
Esasında eğitim öğrenci ve çevresi ile olan etkileşimden başka bir şey değildir. Çevresinin ne olduğunu şartlar belirleyebilir ya da kurulacak olan sistemle bu çevre tasarlanabilir. Ama her zaman ortada bir öğrenci vardır. Bilgi ise aktarıl(a)maz, öğrenci bir “şey” algılar. Bu bir “şey” tamamen öğrencinin algılamasıdır. Hocanın aktardığı bir bilgi, her öğrenci tarafından farklı algılanır. Hoca ne kadar objektif ve temel bilgi aktarırsa ortak algı o kadar artacaktır ama her durumda, her öğrencinin algısında farklılıklar olacaktır. Yani hoca ‘inşa’ ettiği zihinleri hiçbir zaman tamamen istediği gibi inşa edemez.
Eğitimi hoca-öğrenci-bilgi olarak ve öğrenci merkezli tasavvur etmek arasında belki sadece nüanslar var. İki bakış açısı ortak noktalarda tutarlı bir şekilde de buluşabilir elbette. Hatta birisi diyebilir ki “Öğrencilerin algıladıklarındaki ortaklıklar, farklılıklardan daha fazladır. Bu yüzden öğrenci algılarındaki farklılıklara odaklanmak yanlıştır.”. Hem doğru hem yanlış! Çünkü ilk tasavvur için hoca vazgeçilmez bir öğe iken, ikincisi için sadece öğrenci vardır.
Öğretmeni görmezden gelmek…
Aslında burada bir gerçeği görmezden geliyormuşuz gibi düşünülebilir. Çünkü gerçekten hem bireysel tecrübelerimizden, hem de eğitim literatüründen gördüğümüz kadarıyla öğretmen/hoca unsuru öğrenci başarısında çok önemli bir yer tutuyor. Öğrencilerin ilgisini çekebilen, dersi eğlenceli anlatan, öğrencileri ile arasında sıkı ve sağlam ilişkiler kurabilen, daha çok gayret eden öğretmenin öğrencilerinin de daha başarılı olması şaşılacak bir şey değildir. Bu bizim aslında görmezden geldiğimiz bir gerçek değil, bilakis bu bir gerçek
ama bir birey olarak bu gerçek bizim için ne ifade ediyor? En iyi ihtimalle, imkanımız varsa öğretmen değiştirmek için çabalayabiliriz. Ya da bir kursa gideceksek gideceğimiz kursları araştırabiliriz. Halbuki yapabileceğimiz şeyler bundan daha fazladır. Evet, öğretmenin niteliği başarımızı etkiliyor ama bizim en çok güvenebileceğimiz hocamız “BEN”dir. Bizi en iyi tanıyabilecek (şu anda tanımıyor olabilir ve hatta ilerde de tanımayabilir), bize karşı en iyi empati kurabilecek, başarımızı en çok isteyecek olan kişi… Öğretmenin eğitimdeki rolünü görmezden gelmeye çalışmıyoruz, diyoruz ki insanlar kendi özgürlüklerini görmezden geliyor.
Kim eğitilir? Bir makine, hayvan veya bir çocuk eğitilir. İnsan eğitilmez. Kelimenin etimolojisine bakalım:
Eski Türkçe igid- “(hayvan veya köle) beslemek, yetiştirmek” fiilinden evrilmiştir.
Ek açıklama
Karş. Eski Türkçe igtü “ahırda beslenen hayvan”, igdiş “besleme, hizmetkâr”. • TTü marjinal bir fiil iken Dil Devrimi döneminde ses ve anlam değişikliğiyle genel kullanıma ithal edilmiştir.
Eğitime yüklediğimiz mana bu değil, bu yüzden kelimenin etimolojisinin bir önemi yok; diyebilirsiniz. Aslında söylemek istediğim de tam olarak bu. Çocukluk çağını bitirmiş olan bir kişiye yukarıdaki tanımdaki gibi “eğitilecek” bir kişi olarak bakıyoruz hala. Halbuki irade sahibi bir kişi olarak o gencin ya da kişinin artık “talebe” olması gerekiyor. Ona hala “öğrenci” diyebiliriz. Hangi kelimelerin kullanıldığı ayrı bir tartışma konusu. Önemli olan o bireyin kendi özgürlüğünün farkında olmaması sorunudur. Önümüzdeki sorunu fark edebiliyor musunuz?
Burada öğrenciye odaklanıyor oluşumuzun başka sebepleri de var: Bilginin kaynağı sorunu, algısal farklılıklar, karakter farklılıkları, öğrenmenin mahiyeti, özgürlük sorunsalı, vs. Bu meselelere sonraki yazılarda değineceğim.