OECD verilerine göre, Türkiye Gayri Safi Yurtiçi Hasılasının yaklaşık %7.8’ini eğitime harcıyor (2014 yılı). Aslında OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığı zaman bu oranın ne yüksek ne de düşük olduğununu görürsünüz. Tabi ki oran olarak değil de harcanan para olarak bakarsak bu durum değişiyor. Bu konuda analizimizi derinleştirebiliriz ama özet olarak şunu söyleyebiliriz ki, eğitime maalesef daha fazla para harcayamıyoruz.

Birkaç ay önce PISA sonuçları açıklanmış ve konuyu ‘enine boyuna’ tartışmıştık. Tabi ki eğitim sistemimizin ne kadar kötü olduğuna dair hem fikir olup konuyu kapattık. PISA’ya dair konuşmadığımız konular da vardı: Kız - Erkek eşitliği ve sosyal adalet değerlendirmeleri. Eğitim sistemimiz bu alanlarda iyi not aldı. Aslında her ne kadar hiç konuşmasak da eğitim sistemimiz sayesinde sosyal hareketliliği (social mobility) koruyabiliyoruz. Yani Doğu Anadolunun bir köyünden bir öğrenci Türkiye’nin en iyi üniversitesine, her ne kadar imkanları daha az da olsa, gidebiliyor. Toplumumuzda eğitimle oluşmuş ciddi bir hiyerarşi yok. Dikkat ediniz, bu eğitim politikası için önemli bir meseledir ve devletlerin eğitim politikaları sadece eğitim kalitesini arttırmak olmamıştır. Yani devletler için sosyal hareketliliğin sağlanması, ulusal devlet duygusunun oluşması gibi pek çok şey eğitimle hedeflenen unsurlar olabilir (bkz. İlkokul, ortaokul ve liselerde yapılan törenler).

Biz daha çok eğitimin kendisini üzerine konuşuyoruz ama yine de bu konuda da bir ilerleme kaydedildiği pek söylenemez. Çoğu reform gibi eğitim reformları da çok ‘maliyetlidir’. Eğitim sisteminin değiştirilmesi herkes tarafından istense de, gerçekten reform yapıldığı zaman öğrenciler, veliler ya da öğretmenler tarafından bu durum hoş karşılanmaz. Bu hoşnutsuzluk bile tek başına hükümetler için önemli bir maliyettir. Örneğin Güney Kore’deki yoğun rekabeti olan eğitim sistemini Türkiye’de veliler ya da öğrenciler istiyor mu? Güney Kore’nin eğitimdeki başarısının arkaplanında oldukça rekabetçi bir sistem var. Dünyada öğrenci intiharının en çok yaşandığı ülkelerden birisi ve bu sistem çocuk istismarı olarak da değerlendiriliyor. İşin para, atalet, altyapı, nitelikli insan boyutları da ayrı bir konu. Zaten ne kadar az para ‘harcayabildiğimiz’ de ortadayken eğitim kalitesinden beklentilerimizi mütevazi tutmak durumundayız.

Eğitim sisteminde yapılacak olumlu değişimler çocuklarımızın ve ülkenin geleceğini müspet manada etkileyebilir. Ama bizim hiç mi irademiz yok?

Bir bir-ey olarak…

Eğitim hayatının 18. yılında olan ve hala öğrenimine devam eden bir öğrenci olarak eğitimin kendisi hakkında da sık sık kafa yormuşumdur. Sanırım lise yıllarımda içerisinde bulunduğum ortam şartları beni bu konu hakkında daha fazla düşünmeye zorladı. Evim okula oldukça uzaktı ve yolda çok fazla zaman kaybediyordum. Üniversiteye daha yoğun hazırlanmaya başladığımız dönemde bunu daha çok dert etmeye başladım. İki otobüs kullanıyor ve otobüsten indikten sonra 7-8 dakikalık bir bisiklet yolculuğum oluyordu. Eve geldikten sonra yoruluyor, uzunca bir süre dinlenmem gerekiyordu. Bir de benim tembelliğimi ekleyin üstüne… Az çalışıp iyi sonuç almak istiyordum. Çok çalışmak ayıp, zaman israfıydı… Eğer bir saat ders çalıştıysam en azından yarım saat plan yapmışımdır. O zamanı çalışarak harcasam daha mı iyi olurdu? Emin değilim. İyi kötü, sonuç odaklı öğrenmeyi, kendimi tanımayı, düzenli olmanın etkilerini, kendi çalışma tekniklerimi geliştirmeyi öğrendim. Mesela, bir süre sonra planlama işini, uyumadığım zamanlarda, otobüste yapabileceğimi fark ettim. Sınavlarda yanlış yaptığım ve emin olmadan cevapladığım sorular üzerinden geçmeye başladım. Puanlama sistemini iyi etüt ederek, arkadaşlarımın aksine, önemli konulara daha çok zaman ayırdım. Zor konularda daha çok kafa yormanın, derslerle alakalı alakasız, kapasitemi arttıracağını düşünerek zor konularla uğratım: görelilik teorisi ve bazı felsefi konular.

Böyle anlatınca insanüstü bir iradeye sahip başka bir kişiden bahsediyormuşum gibi hissettim. Tabi ki hayatım bu döngü içerisinde devam etmiyordu. Arkadaşlarımla bilgisayar oynuyor, halı saha maçı yapıyor, film ve dizi izliyor, internette bolca vakit geçiriyordum. Ama okul ve dershane gündeminden bağımsız olarak kendime gündem oluşturabiliyordum. Mesela hoca bildiğim bir konuyu anlatıyorsa dersi dinlemiyordum. Dershanede bazı derslere girmiyordum. Ek dersler, programlar bana uygun değilse katılmıyordum. Hem motivasyon hem de dikkat sınırlı kaynaklardı ve bunları doğru kullanmaya çalıştım. Her şeye rağmen, bana soracak olursanız o yıllar benim ve arkadaşlarım için israf oldu. Hiç bir müzik enstümanı öğrenmedim, profesyonel olarak bir spor ile uğraşmadım, mantık ve belagat gibi temel ilimlere uzak kaldım, vs. Eksikliklerimi ancak üniversiteye geldikten sonra fark edebildim, pek çok kişi gibi.

Bu verimlilik takıntısı sanırım üniversiteye geldiğimde beni Endüstri Mühendisliği bölümünü seçmeye itti. Sonrasında düşünsel açıdan çok fazla değiştim. Sanırım düşüncelerimdeki en sarsıcı değişim sosyal zekayı kabul etmemdi. Yani matematik ve fen bilgisi sorusu çözen zekadan başka zekaların olduğunu fark ettim. Bunun söylemem pek çok insana basit bir düşünce gibi gelir. Halbuki derinleşmeye başladığınız zaman bu konunun hayatın hemen hemen her noktasına tesir ettiğini görürsünüz. Böylece mesele çok daha karmaşık bir hal alır. Ben de burada bu karmaşık konunun tahlilini (analiz) ardından terkibini (sentez) yapacağım.

Biraz önce fark ettiyseniz, serzenişte bulundum ve lise yıllarımın (eğitim sistemi yüzünden) israf olduğunu ima ettim. İşte tam bu noktada çok ciddi bir sorun var. Eğitimi her zaman kamusal/toplumsal bir mesele olarak görüyoruz. Toplumumuzun neredeyse tamamı, eğitimi devletin oluşturduğu sistem içerisinde oynanan bir oyun/kader olarak görüyor. Teknolojinin bu kadar geliştiği ve internetin bu kadar yaygınlaştığı bir zaman diliminde, en azından gençlerin bu bakış açısından sıyrılmasını umuyorsunuz ama birçok liseli ve üniversiteli hala iyi eğitim almış olmamalarından şikayetçi. Halbuki eğitim, devletin politikalarına teslim edilemeyecek kadar önemli bir konu. Merak etmeyin, bu yazı dizisini “Eğitim herşeydir” diyerek bitirmeyeceğim. Sadece(!) iyi veya kötü, içinde bulunduğumuz hayatta (eğitim sisteminde) özgür olduğumuzu ve bu özgürlüğümüzün bizi kendi eğitimimizden sorumlu tuttuğunu iddia edeceğim.