Kitaplarını okumuş ve filmlerini en az otuzar defa seyretmiş birisi olarak, Yüzüklerin Efendisi serisinden ne kadar çok şey öğrendiğimi anlatmak istiyorum. Her ne kadar hikayenin ismi Yüzüklerin Efendisi olsa da Ortadünyada geçen bu hikayenin beslendiği kaynak Hobbitköy, Shire’dir. Hobbit kitabında, konforuna düşkün bir Hobbitin yola çıktıktan sonra yaşadığı değişim hem kitap boyunca hissedilir hem de tüm hikaye gözden geçirildiğinde fark edilir. Bu değişimi her okuyucu/seyirci fark edemez. Yüzüklerin Efendisinin iki tür “okuyucusu” vardır: (1) Hikayeye/Maceraya önem verenler; (2) hayret, heyecan ve hayranlık duyanlar. Önceki cümlede “okuyucudan” kast ettiğim nokta “kitabı okuyanlar” değildi. Film de “okunabilir”. Ama denebilir ki 1. kategorideki kişiler daha çok filmi seyredeler, “okumazlar” ya da kitabı okurlar ama “okumazlar”. Okumak fiilinin ikinci anlamı çok önemlidir; “püff” denilemeyecek bir detaydır.

Hobbit filmi çıktığı zaman, “Hobbit ve Felsefe” isimli bir kitap çok popüler olmuştu. O kitabı üniversite kütüphanesinde görüp karıştırmaya başladım. Aslında bakılırsa kitaptaki konular bana çok sıradan geldi. Kitabı okurken bir süre sonra burada yazan, tarihsel referanslar dışında, tüm felsefi düşüncelere aşina olduğumu fark ettim. Hem tekrar tekrar seyredip okuyarak hem de arkadaşlarımla tartışarak bunları içselleştirmiştim zaten. Kitapta yazanlar değil de, bu kadar çok şeyi biliyor oluşum beni çok şaşırtmıştı.

Mesela aşağıda Frodo ve Gandalf arasında geçen diyalog üzerine o kadar çok konuşabilirim ki… Hayatımda bunaldığım ve sıkıldığım zamanlarda sık sık aklıma gelir. Hedeften henüz çok uzakta iken, yeise kapılan ve karanlıkta ne yapacağını bilmeyen birinin (Frodo) “Keşke” demesi… Ona verilebilecek en anlamlı ve motive edici cevap:

‘I wish it need not have happened in my time,’ said Frodo. ‘So do I,’ said Gandalf, ‘and so do all who live to see such times. But that is not for them to decide. All we have to decide is what to do with the time that is given us.’

Yüzüklerin Efendisi - Yüzük Kardeşliği

Böyle bir bilginin, modern insanın “eğitim” anlayışında muayyen bir yeri yoktur. Bu tür bilgiler daha çok karakter özelliklerine atfedilir. Mesela “kararlı” veya “azimli” denir. Bir çocuğa bu nasıl öğretilebilir peki? Bu bilgiyi açıklayarak bir çocuğa anlatabilir misiniz? Hatta buna bir bilgi demek doğru mudur ki?

Belki bilgelik, hikmet, ilim…

***

Antik çağdaki insanların bilgeliği, mitolojiler, kutsal kitapların öğretileri ya da Vico‘nun bahsettiği “Şiirsel Hikmet”… Eskiden insanlar, günümüzdeki açıklayıcı anlatımı değil de şiirsel veya edebi bir üslubu tercih etmişler. Eminim eski metinlerdeki şiirselliği siz de fark etmişsinizdir. Bunun pek çok sebebi olabilir. Belki hikmetin, doğrunun ne olduğunu bilip bunu açıkça ifade etmek küstahlık gelmiştir; belki de anlatımı ve aktarımı kolay olduğu için şiirsel olmuşlardır; ya da sadece günümüzdeki kadar soyut kelimeleri yoktur. Her durumda şunu kabul etmek gerekir ki tekrar tekrar dinlenen hikayeler ve şiirler yukarıdaki diyalog gibi göründüklerinden daha fazla bilgi barındırırlar. Sanat da değerini bu noktada bulur. Anlatamayacağımız, açıklayamayacağımız bilgilerin farklı yollarla (resim, heykel, şiir), yani imgelerle anlatılması…

Esasında şiirler ve hikayeler gibi hayatın kendisi de bir bilgi kaynağıdır. Hatta hikayelerden ve şiirlerden farklı olarak “doğrudan” bir bilgidir. Bir bebeğin çevresindeki insanları taklit ederek konuşmayı, içinde yaşadığı kültürü öğrenmesi gibi, az çok herkesin ruh bilimi / psikoloji ile alakalı yorumlar yapabilmesi gibi… İnsan eğer dikkatini verirse, herhangi bir hoca veya kitap olmadan günlük yaşantısı içerisinde, hitabetini geliştirebilir; insanları daha iyi tahlil edebilir; kendi felsefi düşünce sistemini oluşturabilir; spordaki becerilerini geliştirebilir; siyaset öğrenebilir… Birçok kişi bunların imkanına itiraz etmese de önemini yadsır. Bu yadsıma insanın kendi potansiyelini kısıtlar, çünkü öğrenme faaliyetinin sadece belirli zamanlarda (ve daha çok okulda) yapıldığı düşünülür. Bir sene önceki, iki sene önceki veya beş sene önceki sizi bir düşünün. Hayata bakış açınızın ne kadar genişlediğini ve değiştiğini düşünün. Zaten değişmemişse büyük ihtimalle “okumuyorsunuzdur”.